logo

YAŞ ALMAK MI YAŞLANMAK MI?

Derya Deniz Dinç

Derya Deniz Dinç
ddinc@windowslive.com


Ben ömrümde hep korkmaktan korktum. Genel manası ile hayatı çok korkusuzca yaşadığım söylenebilir. Parasızlıktan korkmadım, şişmanlamaktan ve zayıflamaktan korkmadım,  kaybetmekten korkmadım, gitmekten korkmadım, kalmaktan korkmadım. Ama ben yalnızca Alzheimer hastası olmaktan korkuyorum. Çünkü ben ölürken anılarımı, sevdiklerimi, sevenlerimi, yaşadıklarımı hatırlamak istiyorum. Beni ben yapan ve tek bir anından dahi pişman olmadığım anılarım…

Kemalettin Tuğcu hikâyeleri ile tanıştım ilkokul 2.sınıfta. Çok ağlardım o hikâyelere ama okumayı sevdirdiler bana. Sonra Ömer Seyfettin, Reşat Nuri derken dünya klasikleri… Sefilleri okuduğumda hayatım değişti. Bir daha asla eski Deniz olmayacaktım, biliyordum. Victor Hugo’nun 1862 romanı Sefiller’ in başkahramanı Jean Valjean ’nın yüreğindeki iyilik ve merhamet beni güzel düşlere sürüklemişti. Ama ne yazık ki çok uzun zaman geçmesi gerekti; merhametin acımak değil, acıtmamak olduğunu anlamam için…

15’li yaşlarımdaydım yanlış hatırlamıyorsam. Bir yakınımızın dayısı evlenecekti kendisi 38, evleneceği kadın 37 yaşındaydı. Sanki kafese bir hayvan konmuş gibi dehşetle izliyorduk gelini. 37 yaşında birisi nasıl olurda gelin olabilirdi? Çok yaşlı değil miydi evlenmek için… Kapalı kültürümüz bize bunu dayatmıştı sanırım, öylesini sanıyorduk. Oysa şimdi 37 yaş nasılda genç geliyor bana…

Yine ergen yaşlarında parkta, sokakta birbirinin elini tutmuş ya da 40-50 yaşlarındaki insanlar gördüğümde tebessümle karışık acıma duygusu yerleşirdi. Gözlerime. Ben şimdi o yaşlardayım ve kimsenin bilgim dâhilinde bana acıyarak bakmasını bakmasına izin vermem.

WHO yani Dünya Sağlık Örgütü 79-99 yaş arasının artık yaşlı olduğunu kabul ediyor. 79 yaşına kadar orta yaşlıyız. Toplum öyle makul görüyor ya da çevrede şu şekilde kabul görürüz diye nelerden vazgeçiyoruz; hiç düşündünüz mü?

Çılgın bir tatilden, çok istediğiniz bir kıyafeti giymekten, âşık olmaktan, yeniden başlamaktan, kahkaha ile gülmekten vazgeçiyoruz. Hâlbuki biz bunlardan değil kendimizden vazgeçiyoruz, ne yazık ki… Kimseler bizi kategorize edememeli, ne yapıp ne yapamayacağımızı söylememeli.

Gökyüzüne bakıyorum. Uçsuz bucaksız bir mavilik. O maviyi seyrederken içimde hissettiğim en güçlü duygu huzur oluyor. Her birimizin huzur adına neleri feda ede ceğimizi tahmin bile edemiyorum. Ne var ki; yine her birimiz kendimizi huzursuz etmek adına ne varsa yapmaktan geri durmuyoruz, bilerek ya da bilmeyerek… Oysa hayatın provası yok ki… Ben bunu beğenmedim, yeniden yaşayacağım deme hakkımız olsa idi; kim bilir ne harika yaşamlar yaşardık. Zira edinilmiş tecrübeler, kazanılmış galibiyetlerdir.

Onurlu yaşamak; kalitenin en üst basamağıdır. İnsan doydukça marjinal doyuma ulaşacaktır demişti; beklentileri anlatırken üniversitede ki hocam. Bir süre sonra marjinal doyum doyumsuzluğa götürüyor bizleri. O halde durulacak nokta neresi? Hayır, bu soruya cevap vermeye çalışmayalım. Zira sonuçsuz kalır tartışma.

Her günümüz son günmüş gibi yaşanmalı hele artık orta yaşı da gerilerde bıraktığımız çağlarda isek. Yaş alıyoruz yaşlanmıyoruz. “İnsan 20 yaşında ölür, 80 yaşında gömülür” sözünün gerçek olmaması gerekiyor hayatımızda. Zira yüreğimizi, duygularımızı, hayallerimizi, ümitlerimizi öldürdüğümüz anda ölüyoruz biz. Öldürmeyelim bizi biz yapan hiçbir şeyi. Ben tam da bu sebeple çok korkuyorum Alzheimer  hastası olmaktan. Ben beni ben yapan her şeyi tebessümle yâd ederek gitmek istiyorum bu dünyadan.

Ve ben yaş almaktan korkmuyorum artık. Yaş aldıkça tecrübelerim artıyor. Yüzümdeki kırışıklar, saçlarımdaki beyazlar, gözlerimdeki yorgunluk yaşadığım hayatın eseridir. Yaşamıştım dediğim mazim, unuttum dediğim bildiklerim, yapamam dediğim cesaretim, gidemem dediğim yolum, dökemem dediğim gözyaşım, unutamam dediğim anılarım, silemem dediğim tecrübelerim var. İşte tam da bu sebeplerle bu hayat benim ve gönlümce yaşama hakkı da sadece bana ait.

Kâğıttan zaferlerin komutanı edası ile salınırken diğerleri, ben kubbede hoş bir seda için yaşıyorum. Zira zafer görünen birçok olayın aslında en büyük kayıplarımız olduğunu artık biliyorum.

Aşk ile eyvallah…

Paylaşın:
#

SENDE YORUM YAZ

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • KÂĞITHANE’DE YÜZ BİNLERCE VATANDAŞ GİRESUN’UN KÜLTÜRÜYLE BULUŞTU

    21 Ekim 2024 Gündem, İstanbul, Kağıthane, Köşe Yazıları

    17-20 Ekim tarihleri arasında Kâğıthane Hasbahçe’de gerçekleştirilen 17. Giresun Tanıtım Günleri büyük bir katılımla sona erdi. Giresun’un kültürel zenginliklerinin ve yöresel lezzetlerinin tanıtıldığı etkinliklere İstanbul’da yaşayan Giresunlular başta olmak üzere birçok vatandaş büyük ilgi gösterdi. Dört gün süren etkinlik boyunca Giresun’un geleneksel halk oyunları, Karadeniz müziği ve yerel mutfağı katılımcılarla buluştu. Giresun yaylalarında yetişen doğal ürünlerin sergilendiği etkinlikte el emeği göz nuru ürünler de büyük beğeni t...
  • NE OLDU BİZE

    05 Ekim 2024 Köşe Yazıları

    Çok önem verdiğim bir deyimi, bilginize sunarak, düşüncelerimi dile getirmek istiyorum. “Geçmiş geleceğe yön verir.”  Evet, yön vermeli de. Peki, Bu nasıl olacak. Kendiliğinden veya birisinin işaretiyle değil tabi. Geçmişimizi iyi araştırmakla, inanarak incelemekle ve geçmişe saygı duyup, örnek almakla, geçmişin geleceğe yön vereceğine inanıyorum. Bizler; geçmişimizden övgü ile söz ederken, sosyal-siyasi-ticari konularda, geçmişimizden iftihar ettiğimizi, her vesile ile dile getirmişizdir. Bu kadar övgü ve iftiharla yadetmemize rağm...
  • MEYVE AĞACI

    12 Eylül 2024 Köşe Yazıları

    Herhangi bir sohbet esnasında veya görüşmelerde, mecazi ve ya gerçek anlamda ifade edilen, meyve veren ağaç taşlanır sözleri; bize, bazı olmaması gereken tutumları hatırlatır. Bu ifadeler, olumsuzluk örnekleri olduğu gibi, hazımsızlığın da bir işareti gibidir. Meyve veren ağaç niye taşlanır, taşlanmasa olmaz mı. O, meyve ağacının meyve verecek çiçeği niye koparılır, koparılmasa olmaz mı. O ağacın dalı niye kırılır. O, meyve veren ağaca, zarar vermek yerine, ihtiyacı olan su ve toprakla beslense, bakımı yapılarak; meyvesinden, ağ...
  • ADAM OLMAK

    22 Ağustos 2024 Köşe Yazıları

    Hani bir deyim vardır ya. Adam ol adam.  Evet, adam olmak gerekir.  Hem de, adam gibi adam.             Adamlık, para ile satın alınmıyor. Pazarı yok. Fiyat belirlenemiyor. Satın alacak maddi güç de yok. Bazen, kişilikler ve şerefler satılmış olsa da. Her insan; doğduğunda, adam gibi doğar. Nerede doğacağını bilemez,Nerede doğacağına karar verecek durumda hiç değil. Seçeneği de yok zaten. Doğuda mı, batıda mı, kuzeyde mi, güneyde mi, Java Adası’nda mı. Seçenek yok. Zenci ...