Son Dakika
Kağıthane’de Uyuşturucu Operasyonu
Kağıthane’de motosiklet yayaya çarptı
Kağıthane’de İETT otobüsünü parçalarken yakalandılar!
Kağıthane’de şüpheli ölüm; silahla başından vurulmuş halde bulundu
Kağıthane’dekontrolden çıkan panelvan devrildi
Kağıthane’de 18 yaşındaki genç balerin odasında ölü bulundu
Eğer bir çatı katında yaşamadan hayatım sonlanırsa gözüm arkada gideceğimi bilmelisiniz. Küçücük bir çocuktum çatı katı hayranlıklarım başladığında. Göz alabildiğince büyük bir teras, birçok çiçek, büyük bir masa, oturacak kanepeler ve gökyüzünün maviliği adeta büyülerdi beni.
Kalem ve kâğıtla ilk tanıştığım andan itibaren yazıyorum. Bazen sorgulamışımdır, acaba çok yalnız kaldım da yazarak mı dindirdim içimdeki tekliğimi? Bu sorunun cevabını hala çözmüş değilim. Yine de 35 yıldır yazıyorum. Yazarken kendimi çok daha iyi ve özgür hissettiğimi itiraf etmeliyim. Çocukken anneanneme mektuplar yazardım ve resimli kâğıtlara sarar verirdim. Anneannem ise büyük bir itina ile açar, sanki önemli bir devlet mektubu gibi inceler, sonrada;
-Güzel kızım, bir gün seni herkes okuyacak, derdi. Anneannemin övgülerinden nasıl haz alırdım. Gider hemen yeni mektuplar yazmaya çalışırdım.
Karşı komşumuz büyük bir çatı katında oturuyordu. Çocukları yoktu. Yalnızca yaşlı karı koca ve işlerini yapan orta yaşlı bir hanım vardı görünürde. Bir gün alışveriş yapmışlardı karı koca. Ama ağırdı fileleri. O zamanlar plastik poşetler yoktu. Rengârenk ip filelerde taşınırdı alınanlar. Koşarak yanlarına gittim:
-Teyzeciğim taşıyayım mı? Dedim.
Çok kibar bir hali vardı bu teyzenin, farklıydı. Çocuk yanım dahi bunu sezebiliyordu.
-Yorulmayasın kara kızım, dedi.
-Yok, ben yorulmam, diyerek kaptım fileleri ve onları beklemeden evlerine çıktım. İçeri girmem için ısrar ettiler. Hiç çekinmeden girdim. İnanılmaz zevkle döşenmiş bu evde garip bir büyü vardı. İnsanı içine çeken ve mest eden… İlk dikkatimi çeken şey büyük pikap oldu. Anneannemde Türk Sanat Müziğini ve plakları çok severdi. Yüzlerce plağı vardı. Pikap dinlemek anneannemin evinden çok yakından bildiğim bir kültürdü.
Gayri ihtiyari plaklara yöneldim. Çok uzun olan saçlarıma dokunan bir el ile irkildim. Sıçramama çok üzülen komşu teyze,
-Korkuttum mu kara kız affedersin, dedi.
-Yok, korkmadım dalmışım, dedim.
-Sen plak dinlemeyi seviyor musun?
-Anneannem ve ben hep dinliyoruz. Ama anneannem hep Sanat Müziği dinliyor. Bu hafta Ulus’a gidecek Bana söz verdi. Benim için türkü plakları alacak.
-Bende de birkaç türkü plağı var. İstersen dinleyebilirsin, dedi.
-Olur dedim.
Bir plak yerleştirdi pikaba. Daha evvel hiç duymadığım bir ses, çok yabancı bir müzik türü.
Mahsuni Şerif çobandır
Meskenim dumanlı dağdır
Bebektir ama insandır
Amman doktor bak bebeğe.
Hayatımı alt üst eden bu plağı dinlerken gözyaşlarım sel gibi akıyordu. Ağlıyor, ağladıkça coşuyordum. Kadın ve eşi başıma geldiler.
-Çok mu duygulandın küçüğüm? Diye sorarken saçlarımı okşuyordu kadın.
-Eski bir plaktır aslında, diye açıklama yaptı sonra.
O gün, o an türkülere gönül verdiğimi bilmiyordum. Bağlama ile aşkımın o gün başladığını, Âşık Mahsuni’nin ömrümce unutamayacağım bir şahsiyet olacağını da bilmiyordum. Ama oldu.
İşin asıl en ilginç yanı, bu olaydan asla haberi olmayan annemin seneler sonra bana anlattığı bir hikâyedir. Ben henüz 2 yaşında dahi değilken anneannemlerde yüzlerce plak içerisinden; yarısından fazlası aynı şirket, renk ve desende olmasına rağmen Âşık Mahsuni Şerif’in Acı Doktor Bak Bebeğe isimli plağını bulur, anneme ya da anneanneme uzatır o plağı dinlemeden rahat vermezmişim. Allah uzun ömürler versin; anneciğim hala yaşıyor şükürler olsun. Bu olayın canlı şahidi kendisidir.
Hayat tesadüflerden ibarettir. Her birimizin bu şekilde enteresan anıları vardır eminim. Ben türkülere âşık olduğumda 2 yaşında değilmişim henüz. Hâlâ içimin yangını da, serinliği de türkülerdir. Sevdayı türküler gibi anlatan, felsefeyi türkülerdeki gibi aktaran ne gördüm, ne duydum henüz.
Müziğin evrenselliğine, dili olmadığına tüm kalbimle inanıyorum. Bu sebeple Joaquín Rodrigo Vidre’nin gitar konçertosunu da, Hacı Arif Bey’in Olmaz ilâç sine-i sad pâreme eserini de, Nida Tüfekçi Hocamın Dersini Almış Da Ediyor Ezber’ini de büyük hazla dinliyorum.
Gelin görün ki; türküler bir başka yakıyor içimi. Miletli Thales’in; hiç bir iktidarın gücü türküler kadar güçlü değildir, sözü geliveriyor hemen aklıma. Dünyaya, kültürlere, sevdalara gücü yeten türkülerimizin benim küçücük dünyama mı gücü yetmeyecek? Elbette alıp götürüverdi beni benden. İyi ki de götürdü. Çünkü ben türkülerden öğrendim gerçek yaşamayı, düz yaşamayı, ekosuz yaşamayı.
Türküler kadar derin, türküler kadar gerçek, türküler kadar güzel bir yaşam diliyorum hepinize…
Aşk ile eyvallah…
Deniz DİNÇ
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
05 Kasım 2024 Köşe Yazıları
29 Ekim 2024 Köşe Yazıları
29 Ekim 2024 Köşe Yazıları
21 Ekim 2024 Gündem, İstanbul, Kağıthane, Köşe Yazıları